17 Aralık 2011 Cumartesi

Başlıksız Seramoni


 -Ateş güzel yanıyor, yanıma yanaş. Bir şeyler anlatacağım, bu gece bir süreliğine ev bana ait bulunuyor. Stokladığım antep fıstıklı çikolataları çıkarma günüdür, bugün.
 Başa alayım bir şeyi karşim. Ateş yanmıyor, dokunmatik lambamın loş ışığını övmek istedim. Neyse, ne diyordum? Geceleri fazla düşünüyorum. Gereksiz yere çok kafamı yoruyorum. İnsan evlatcıklarına fazla takılıyorum, uyanıkken ama özellikle uyanıkken çok fazla rüya görüyorum. Psikolojik tanımı illa ki vardır ama ben böyle abidik kubidik şeyleri dile getirmeyeceğim. Alt paragraftan devam edeyim, ben en temizi öyle olacak…
 Sokakta yürümeye başlayınca aklıma geliyor, gülüyorum. Aklıma çok şey gelir, kendi kendimi güldürürüm öyle ama deli falan olduğum yoktur. Kafamdan geçen tren şu; geçenlerde yine bir insana değer veriyorum, gramaj hesabıyla tarttılar, ibre patladı. Ben bu geçen şeye öküz gibi baktım, yapmam gerekeni yaptım sonra da kendi kendime sırıttım. Sırıtma sebebim, yaşamın sevgiye elverişsiz koşulunu alenen görebiliyor olmamdı. Son birkaç yılda sanki tüm İstanbul nüfusuyla arkadaş olup bir anda hepsinden kazık yedim ve yalnız kaldım gibi geliyor. Ben buna aldırıyor muyum? Aldırıyorum, fakat huyum kurusun kıyamet kopmadıkça kimse üzgün olduğumu anlayamaz. İnsan böyle olmalı zaten içi dışı bir olacak lafları biraz peri masalı klasiği olarak kalıyor. İçi dışı bir olsa herkesin, kasvetli insanları toplama kamplarına alıp öldürmek gerekir.
 Dün gece yazmıştım. O beni sevmiyor veyahut oluru yok diye kalkıp da onun mutluluğunu gölgeye düşürecek bir beddua edecek değilim. Sen de etmemelisin. Bırak, yıldızlar olduğu yerde kalsın. Gece olunca, elbet gözüne çarpan bir tanesine dilediğin gibi bakarsın. Ve şayet varsa birazcık bile şansın, o yıldızlardan biri miladını doldurup gökyüzüne kayarken pencerenin açık olmasını dilersin. Böylece bir sönmüş dahi olsa bir yıldızın kalbinde yer edersin. Fakat, sana şunu söylemeliyim ki eğer senin için oluru yoksa sen sana yapılanı yapma. Bırak, karşındaki serbest kalsın ağır da olsa vicdan azabı da çektirse def et onu hayatından böylece o da bir yıldıza kavuşabilmek umuduyla penceresinde kalır.

Başlıksız Seramoni


 Onlar nasıl mı geliyor? Bir gece, bir plan dahilinde stratejik unsur haline geliyorlar. Şafak söksün diye uğurlarına beklenilen bir yücelmeye tabi oluyorlar. Bir havan mermisi tam dibine düşüyor. Kulakların o meşhur melodiyi dinlerken, sen kendine geliyorsun. Beklediğin şey ise yanıbaşında darmadağın bir hal alıyor. Sen yüzündeki kemiksi halin yıllardan tırtıkladığı tecrübeli görünümünle bir nefes alıp toparlanıyorsun. Yanındakini umursamaya vaktin yok. Aklından geçirmen bile kulağını vızıltılarıyla dolduran o mermilerden birkaçını sahiplenmene yeterli olacakken bunu düşünemezsin. Hem zaten, olanla ölene, ölmüşle olmuşa çare yok diyorlar. Evrensel bir tecrübe ile sabitlik taşıyor, bu durum. 
 Bir cephe kapanırken, başka bir cephe açılıyor. Hayat işte tam olarak olmasa bile buna benziyor. O gidiyor, kendi yolunu çiziyor. Sen oturup gittiği noktalara domino taşlarını tek tek diziyorsun. Huy bu. Çoğu ilişkide bir taraftan hangisi daha çok sevmişse o bırakmak istemez yahut nasıl bir terslik olmuşsa artık bir tarafın içine illa ki işler bir şeyler, hani en rahat tabiriyle birinden birine bir şey koyar işte. Burada mesele kardeeeş, kimin kime ne koyduğu değildir. Çoğu zaman ütülmüş taraftır, güçlü olan. Şeref yoksunu olmayan da yine o taraftır. Domino diyordum, domino taşlarını dizersin, tek bir dokunuşla tuz buz olacağını bile bile dizersin ve hatta sen bir dokunursun ve onlar bin düşer. O giderken seyrettiğin gibi bunu da izlersin, sanki o taşlar gidenle birmiş gibi.

Başlıksız Seramoni


 Dünya üzerinde yapılan en büyük yanlış, duygular ağır basıyorken düşünmektir. Elbette fevri davranmamak da gerekiyor. Bir konu üzerine fikir yürütmek gerekir ama uzun uzadıya düşünmek gereksiz bence. Bir şey olacaksa olur, olmayacaksa olmaz. Olacaksa, uzatmaya gerek yok hem nasılsa denemekten zarar gelmez. Olmayacaksa da şayet ruhları öldürmenin bir anlamı yok, zaman kaybı yaratmak da şart değil. Herkes birbirine arkasını dönüp rahatça gidebilir, nasılsa insan evladıyız.
 Biri bir şeyin içine çekilmek istiyorsa yeter ki hevesli olsun. Ayakları ve kalbi nasılsa yapması gerekeni biliyordur. Fakat, atacağı adımlarla canının yanmasını istemiyorsa herkese açık olmalı ve pişmanlıklara kapalı olmalıdır. Mesela, sen bir aleve yürüyecek isen yanmanın anlamını unutmalısın. Böylece, çekeceğin acılar yeni doğmuş bebek misali olacak ve etkisi çok sürmeyecektir.

Başlıksız Seramoni


 Şimdi ben Dünya’ya karşı duran birini oynuyorum. İnsanlar yanıbaşımdan kayboluyorlar. Kimisi benden korkuyor, kimisi beni düşman görüyor, kimisi benim deli olduğumu düşünüyor. Fikirlerinde yeşeren mülteci gözlemcilerden farksızım aslında fakat bunu o bilmiyor. Tiz bir çığlıkla gelen acı kadar berrak bir şekilde kendimi ifade edebiliyordum. Fakat, Mevlana’nın da söylediği gibi ya da benim Mevlana söyledi diye hatırladığım söz gibi “Anlattıkların karşındakinin anlayabilecekleri sınırlıdır.” bu tarz bir sözdü. Onun anladığı kadarıyla sınırlıydı, benim dünyam. 
 Küçük giysi dolabımda barınan onca giysi gibi o hislerin buraya nasıl sığdığını asla anlamayacaktı. Ben de oturup olayı en başından anlatmayacaktım. İnsan, bedeninde bir ölümsüz olmak pek’ala zor ve ben insan olduğumdan bile şüphe ediyorum. Bir şeyden eminim ki katil olmak ya da insanları terk etmek için yaratılmışım. Boğazın tam ortasına atıp boğulmalarını izlediğim insanlar var. Acımasızlık zamanla oturan bir alışkanlık, ben de iyi bir insandım elbet. Var olan korkuları yıkmanı sağlayacaksa, bunların bir çoğu lafta kalan düşüncelerdir. Fakat, kafamdaki katilin var olduğu da bir gerçektir.

5 Aralık 2011 Pazartesi

İstanbul Gibi

Yedi yük binmiş omzuna bakınıyorsun.
Sahil hatların alabildiğine açılmış etrafa
İnsanlara bakınıp kendine baktırıyorsun.
Bir parçamı taşıyorsun, İstanbul gibi…

Zihninin ara sokaklarından geçiyorum.
Eskiciler geçit töreni düzenliyor, sana
Boynuna bakarken, boğazı hatırlıyorum.
Nostalji yaşıyorsun, İstanbul gibi…

Sonbahar üstünde pek’ala hoş duruyor.
Eski bir mahalle var buralarda, senden kalma
İsmi eskiyle kokarken seni hatırlatıyor.
Söndürülmüş bir hayalsin, İstanbul gibi…