17 Aralık 2011 Cumartesi

Başlıksız Seramoni


 Şimdi ben Dünya’ya karşı duran birini oynuyorum. İnsanlar yanıbaşımdan kayboluyorlar. Kimisi benden korkuyor, kimisi beni düşman görüyor, kimisi benim deli olduğumu düşünüyor. Fikirlerinde yeşeren mülteci gözlemcilerden farksızım aslında fakat bunu o bilmiyor. Tiz bir çığlıkla gelen acı kadar berrak bir şekilde kendimi ifade edebiliyordum. Fakat, Mevlana’nın da söylediği gibi ya da benim Mevlana söyledi diye hatırladığım söz gibi “Anlattıkların karşındakinin anlayabilecekleri sınırlıdır.” bu tarz bir sözdü. Onun anladığı kadarıyla sınırlıydı, benim dünyam. 
 Küçük giysi dolabımda barınan onca giysi gibi o hislerin buraya nasıl sığdığını asla anlamayacaktı. Ben de oturup olayı en başından anlatmayacaktım. İnsan, bedeninde bir ölümsüz olmak pek’ala zor ve ben insan olduğumdan bile şüphe ediyorum. Bir şeyden eminim ki katil olmak ya da insanları terk etmek için yaratılmışım. Boğazın tam ortasına atıp boğulmalarını izlediğim insanlar var. Acımasızlık zamanla oturan bir alışkanlık, ben de iyi bir insandım elbet. Var olan korkuları yıkmanı sağlayacaksa, bunların bir çoğu lafta kalan düşüncelerdir. Fakat, kafamdaki katilin var olduğu da bir gerçektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder