15 Ağustos 2012 Çarşamba

İsimsiz

İki yana tara yalnızlığını, kırıklarını önüne topla. Kırıkların, hatalarını görmeni sağlar. İki yana ayırdığın yalnızlığından mutlak olarak birileri çıkacaktır. Karanlığın altında kalan kişiler nasıl var oluyorsa, yalnızlığın altından da çok dost silueti çıkacaktır. Yaslandığın duvarların bir balyozla nasıl devrildiğini göreceksin. Araladığın tüm anılar kafanda kara deliklere sebep olacaktır. Fakat, bir gün öyle bir konuma geleceksin ki ne eski umurunda olacak ne de yeni ve sen belki de dünyadaki en önemli kişinin kendin olduğuna inanacaksın. Arkadaşların üzüntülü vakitlerinde sana denk gelince ne kadar önemli olduğunu düşünmeni istiyorlar. Arkadaşlar, acayip yanılıyorlar. İnsan önemli varlığın kendisi olduğuna inanmaktansa en önemsiz şeyin aslında kendisi olduğunu anlamalı ki herkesin ne kadar önemsiz olduğunu da fark etmeyi daha yakından hissedebilsin. Bir gün geldiğinde yalnız kaldığında tüm şeylerin önemsizliği ile kimse kara çukura düşmeye maruz kalmasın. İnsan, dostun öneminden ziyade önemsizliğini de hissedebilsin. En büyük dayanak kendin olmalısın.

Denizle Olmaz

Bir denizle betimlersem seni bilirim ki o dalgalar kadar hırçın ve belirsiz olursun. Durgunluğunda dolaşan tehlikeler en büyük korkum olmana neden olur. Belki bir mehtap vaktinde en masum anını uzaktan görmem nasip olur ama yine de karanlığının ortasında kalmayı istemem. Bir denizden söz ediyorum, uçsuz bucaksız ve tüm kokularında sen. Bir fırtınayla bedenimi sarsan ve en dalgasız denizde yelkenlerimi dolduracak kadar güçlü esen nefesin. Beş çayını güvertede içerken beni sevecek olduğunu bilirim ancak bi’ renk koyu olsa belki hoşuna gitmez acılığı ve en büyük kasırgayla ortadan ikiye bölersin tüm huzurumu. Dudaklarına değmek istediğim bir martının kanadına uzanmam gerekir, gözcü kulesinde sabredip ruh halinin beni götüreceği diyara bakmam esaretim olur. Gözlerinden mahrum kalacağım korkusunu anlamazsın ve esaretimi arttırmak adına okyanusa süreklersin, korkarım. Ağladığında burnuma dolan kokun, tuzun arttığı Güney ikliminde yaralarıma dokunmana müsade de bulunamam. Bu nedenle ağladığında teninden çok uzakta belirir belki de yüzüm. Kuzey denizlerinde bi’ parça memleket ve sen, huzurum olursun. Kelimeleri yağmur bulutlarından birbir kamaramın camına çarparsın ve ben çığlıklarını sessiz bir ortamda dinlemeye çalışırım. O kadar geniş bi’ coğrafyaya yayılmışsın ki rotam alabildiğine belirsiz… Söyledim, bir denizle betimlersem seni bu yaptığım en büyük hata olur. Ben bir bütün olarak karşımdayken dahi tüm bedenin ve gözlerinin önünde şaşkınlıktan kafayı üşütüyorum. Seni bir denize yaysam, arayıştan klasik masal kahramanlarını bile büyük farklar atarak geçerim. Söylüyorum, senin tüm kokun bi’ denize yayılsa benim ilk fırsatta gömmem gerekir kendimi en dibine ve senin üstünde yok olan tüm bedenler benim düşmanım olur. Sen bi’ deniz olarak betimlenirsen çıldırmam bir martı çığlığı eşliğinde başlar sonrasında gri kanatların balçıkla yüklü bir geminin batmasıyla içinde kaybolurdu.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Tünel

Kan kustu, sabahın saat kaçı bilmem. Ellerini tutmak için telaş ediyordum, ellerinin titrediğini gördükçe benim gözlerim titriyordu. Kaygılıydım. Henüz bi'kaç saat önce keyif çatarken şimdi kendimi leş kokulu hastane duvarına yaslanırken buluyorum. Ayaklarımı söküp aldılar, ayakta duramıyorum. Seni benden alacak Azrail'i görmeyi isterdim. Şuan sana her ne yapıp da acı çektiriyorsa ona bin kat fazlasını cehenneme gidince gösterecektim. Kendimden emindim, ölümden değil, senin ellerimden kayıp gidecek olmandan değil. Henüz başlamamıştı ki her şey... Bir yaz gününde oldukça geç kalınmış bir vakitte başlar hikaye ama sanki o gün sonbahardı. Yaz ile alakası olmayan bir gündü ve ben aslında şanslı olmalıydım. Çünkü; o gün sonbahardı ve ben sonbaharın evladıydım. Mevsimler kendi çocuklarına kendilerini sevdirmeyi bilirlerdi. Ben Kasım'ın 19'unda dünyaya gelmek için 1 ay daha erken davranarak ve belki de ölümle takışarak ışığın karşısına çıkmıştım. Nefes almakla alakam pek yok belki de bu yüzden hala konuşurken nefes almayı unuttuğumu düşünüyorlar. Ben bi' parça seni düşünüyorum, karşıma ne vakit çıkacaksın yahut ne vakit gideceksin? Gitmenden ziyade ben hep çıkmana karşı endişelendim. Çünkü, kendimi tanıyordum ve çoğu kez aşk kendini bana köle olarak adamak istediğinde ben onunla oynamaktan vazgeçtim. İnsaflı olduğumu düşünebilirsin, bunu sakın aklına getirme. Ben çoğu kez insanlarına aklına ayrılığı sokmaktan da geri düşmedim. Bazı vakitler kendime bazı vakitlerse başkalarına çok büyük bir zehir etkisi olarak dönüş gösterebiliyordum. Kendi kendimi çoğu kez yaktığımı ve hatta bi'kaç kişiyi batırdığımı da gördüm. Bunlar uzun zaman önce ve bi' o kadarda yakın saflarda hafızamı işgal ediyorlardı. Devir değişti, zaman aktıkça, bizler büyüyorduk. Bizler büyüdükçe küçük sorunlarımız karşımızda dağ kesilmeye başlıyordu. (Koridorda bazı sesler) Doktor hızla soğuduğunu söyledi, ben senin her zaman soğuk olduğunu ve yaşamaya başlayacağını söyledim. Doktorun yüzündeki ifadeyi görseydin, benimle ne kadar aşağılık olduğuma dair bir bahse girebilirdin. Ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söylediler ama yine de kendimi en kötüsüne hazırlamam gerekiyormuş. En kötüsü bendim, en kötüsü seninle karşılaşmamızdı, en kötüsü bizim yakın kalmamızdı ama onların bunların hiçbirinden haberi yoktu. Ben yaşayacağına dair olan inancımdan vazgeçtim. Evet, belki sen soğuyordun ama benim sana dair olan düşüncelerimin sıcak kalması gerekiyordu. Belki koridorda atıyor olduğum volta bunu bi' nebze sağlardı. Yan tarafımda annesini erken yaşta kaybetmeye hazırlanan bir çocuk vardı. Gözleri kara deliklerle doluydu ama içine kimseyi hapsetmiyordu. Tek bi' yansıma vardı, annesi. Aslında yanılıyor da olabilirim zira yansıyan onun umutları da olabilirdi. Bilmiyordum, bilmiyordun, kafam ve kafan alabildiğine meşguldü. Sen sakın ringden çıkmayı düşünme ve duaları bana bırak. Ben hızla büyürken aynı denli olarak sert darbelere maruz kalıyordum. Hayatı sevmeme neden olan şeyler bir mektubun alev alması gibi alev alıp geriye sadece "neden" kisvesi altında pişmanlıklar bırakıyordu. Mahşerin dört atlısı belki şuan yeryüzünde değillerdi ama yine de onların askerleri yapacak oldukları kıyıma bizleri hazırlıyorlardı. "neden" kisvesi altında beliren pişmanlıklar başlıca bir işaretti. Bedenimin büyüdüğü kadar ruhum küçülüyordu. Sanki bizi ters çalışma sistemine sahip çamaşır makinelerinde yıkıyorlardı. Oysa ben girdiğim duştan bu etkiler altında çıkacağımı hiç bilmiyordum. (Bana yaklaşan adımlar) Senin kanlı canlı halini gördüğümde yerde yatıyor olmam pek ala kötüydü. Fakat, bir gidiş başladığında onu durdurmak için dümene hapsolan kişiyi kurtarmak amacıyla bir başkasının kaptanlığı üstlenmesi gerekiyordu. Sana söylemiştim, duaları bana bırak. Dualarla bir takasın onayını almıştım, ben bu dünya için fazla önem teşkil etmeyen fakat hayallerimde belki de bütün dünyayı yerle bir edecek olan iblistim. Gitmemde sakınca yoktu, gelmene mutluluğumun ihtiyacı vardı. Ben buradan demir almak zorundaydım ve sen belki de bu koca limanda benim hiç unutamayacak olduğum tek aşkım olacaktın.

Gri Martı

Yıllar oldu değil mi? Yıllar öldü belki zamanın akışkanlığı lava dönmeye başladıkça ama biz yine de dönemedik yüzümüz Ay'ın karanlık tarafından kendimize. "Bir dakika" diyerek yarım kalan konuşmalar ve "bi' bakmasam" diyerek kesilen bakışmalar belki de doğabilecek olan aşkların en büyük ölüm habercisiydi. Kulaklarına fısıldayarak seni senden alacak bir ben daha bulmuş muydun? Ben daha bir boynun sıcaklığını dudaklarımda hissetme şerefine erememiştim. Damlalar süzüldü şakaklarımdan ve bizzat dokunmaktan mahrum olduğun boynumdan fakat seninle başladı karanlık. Ellerime hapsolan yıldızları tek tek indirdi Güneş. İnsanoğlu gibi o da evlatlarının esir olmasına katlanamadı. Ben bi' ıslıkla başladım, Güneş bi' çığlık attı. Kulaklarım kanlandı, gözlerim senle doldu. Bitap düşmeye başladım, bedenim titriyordu. Ben hala senden uzak kalışımı düşünüyordum. Eski insanlar için Tanrılar ve bizim içinse tek Yaratıcı, dua ettiğimiz tek bi' varlık olması ne kadar onurlu değil mi? Fakat asla sevdiğimiz tek bi' şey olmamıştır. Bu ne kadar tezat bir davranış olsa da insanların çoğu oturup isyan etmeyi yahut bunun nedenini araştırmayı düşünmüyor. Hava sarsıldı; Gökyüzü gri martıların kanatları altında kaldı ve hepsi gözyaşlarına mahkum ettiler bu şehri. Biz her birleşime rağmen sonsuz eksikliklerle lanetlenmiş gibiydik. Bir çekim ve bin itiş gücüyle ancak eko yapan bir ses sonucu gelen tek harfi duyuyorduk. Sen bi' parça anlardın, ben ne demek istersem. Ben hiç hissedemezdim içinden geçenleri bu nedenle bi' hayli zordu seni anlamam. Dışarıda bi' kavga var gözyaşları yer yer sinirle çıkışıyor insanların hareketlerine sonra bi' an geliyor ve dağılıyor tüm her şey sessizlikle kaplanıyor, o anda bütün öfke yerini bir sürelik sakinliğe bırakıyor. Yağmur yağmıyor, dışarıda söylenememiş sözlerin yarattığı karmaşa var. Aklım senden uzak, ruhun bana yakın bi' halde kendimi gözlemlemek için emekliyordum gözlerinde. Rafta bi' içki var, odayı bir plak sesi dolduruyor, plak eskilerden kalma, şarkılar dilde adeta yıllanmış bir şarabın zaman ile verdiği tadı hissettiriyor. Dudaklarında sevdiğim rengi barındırmışsın, üstünde sade bir bulut var. En saf halinle karşımda oturuyorsun, masanın en başında oturuyorsun. Masanın başı bana uzayıp giden bir yol gibi geliyor, ellerine uzanmak istiyorum, ellerin beni terk ediyor. Gözlerine bakmak için bi' dürbün kullanmam gerek. Sesini işitmek için martıları susturmam. Bunlar zor işler değil fakat bizim hikayenin bittiğini anlamamak için aptal olmaya gerek de yok. Ben dudaklarımda seni misafir edemem ve şimdi yerini çeşitli içkiler belki bi' gecelik ilişkiler dolduracak. Ben gözlerini gözlerime sabitleyemedim, belki sabah kalkıp pencereden her gün sabit olarak bakacağım o duvarlar, ekşi suratlı komşuların yüzleri, dükkanlara mal getiren araçlar veya seyrek halde gelip geçecek hususi araçlar dolduracaktı. Ben sesini kulaklarımda kayıt altına alamadım ve şimdi her gece uyumak için içkinin yanında bana eşlik edecek 45'lik plaklar biriktirmem gerekecekti. Fakat, her ne olursa olsun bizim hikayemiz bitmişti ve layık olduğumuz sonlar Azrail'in kollarında bizi bekleyecekti.

9 Ağustos 2012 Perşembe

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.

LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.

Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.

Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.