11 Ağustos 2012 Cumartesi

Gri Martı

Yıllar oldu değil mi? Yıllar öldü belki zamanın akışkanlığı lava dönmeye başladıkça ama biz yine de dönemedik yüzümüz Ay'ın karanlık tarafından kendimize. "Bir dakika" diyerek yarım kalan konuşmalar ve "bi' bakmasam" diyerek kesilen bakışmalar belki de doğabilecek olan aşkların en büyük ölüm habercisiydi. Kulaklarına fısıldayarak seni senden alacak bir ben daha bulmuş muydun? Ben daha bir boynun sıcaklığını dudaklarımda hissetme şerefine erememiştim. Damlalar süzüldü şakaklarımdan ve bizzat dokunmaktan mahrum olduğun boynumdan fakat seninle başladı karanlık. Ellerime hapsolan yıldızları tek tek indirdi Güneş. İnsanoğlu gibi o da evlatlarının esir olmasına katlanamadı. Ben bi' ıslıkla başladım, Güneş bi' çığlık attı. Kulaklarım kanlandı, gözlerim senle doldu. Bitap düşmeye başladım, bedenim titriyordu. Ben hala senden uzak kalışımı düşünüyordum. Eski insanlar için Tanrılar ve bizim içinse tek Yaratıcı, dua ettiğimiz tek bi' varlık olması ne kadar onurlu değil mi? Fakat asla sevdiğimiz tek bi' şey olmamıştır. Bu ne kadar tezat bir davranış olsa da insanların çoğu oturup isyan etmeyi yahut bunun nedenini araştırmayı düşünmüyor. Hava sarsıldı; Gökyüzü gri martıların kanatları altında kaldı ve hepsi gözyaşlarına mahkum ettiler bu şehri. Biz her birleşime rağmen sonsuz eksikliklerle lanetlenmiş gibiydik. Bir çekim ve bin itiş gücüyle ancak eko yapan bir ses sonucu gelen tek harfi duyuyorduk. Sen bi' parça anlardın, ben ne demek istersem. Ben hiç hissedemezdim içinden geçenleri bu nedenle bi' hayli zordu seni anlamam. Dışarıda bi' kavga var gözyaşları yer yer sinirle çıkışıyor insanların hareketlerine sonra bi' an geliyor ve dağılıyor tüm her şey sessizlikle kaplanıyor, o anda bütün öfke yerini bir sürelik sakinliğe bırakıyor. Yağmur yağmıyor, dışarıda söylenememiş sözlerin yarattığı karmaşa var. Aklım senden uzak, ruhun bana yakın bi' halde kendimi gözlemlemek için emekliyordum gözlerinde. Rafta bi' içki var, odayı bir plak sesi dolduruyor, plak eskilerden kalma, şarkılar dilde adeta yıllanmış bir şarabın zaman ile verdiği tadı hissettiriyor. Dudaklarında sevdiğim rengi barındırmışsın, üstünde sade bir bulut var. En saf halinle karşımda oturuyorsun, masanın en başında oturuyorsun. Masanın başı bana uzayıp giden bir yol gibi geliyor, ellerine uzanmak istiyorum, ellerin beni terk ediyor. Gözlerine bakmak için bi' dürbün kullanmam gerek. Sesini işitmek için martıları susturmam. Bunlar zor işler değil fakat bizim hikayenin bittiğini anlamamak için aptal olmaya gerek de yok. Ben dudaklarımda seni misafir edemem ve şimdi yerini çeşitli içkiler belki bi' gecelik ilişkiler dolduracak. Ben gözlerini gözlerime sabitleyemedim, belki sabah kalkıp pencereden her gün sabit olarak bakacağım o duvarlar, ekşi suratlı komşuların yüzleri, dükkanlara mal getiren araçlar veya seyrek halde gelip geçecek hususi araçlar dolduracaktı. Ben sesini kulaklarımda kayıt altına alamadım ve şimdi her gece uyumak için içkinin yanında bana eşlik edecek 45'lik plaklar biriktirmem gerekecekti. Fakat, her ne olursa olsun bizim hikayemiz bitmişti ve layık olduğumuz sonlar Azrail'in kollarında bizi bekleyecekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder