26 Haziran 2011 Pazar

Karalama Rüya.

 Bazen insan kendi hayatını çizebilmek istiyor.En azından ben istiyorum ama bazı zamanlar...
İnsan,kendi istediği şekilde yaşayabilse sanki,Dünya denilen cehennemde hiçbir çalıya takılıp düşmeyeceğini düşünüyor.İki notalık düşüncelerimizi sayfalara sığdırıp,beyaz yaşamları kirletiyoruz.Fark şu ki,hayat kağıt üzerindeki satırlar kadar muntazam bir alan değildir.Reşit olduğumuzda bir an önce direksiyonu elimize almak istiyoruz.Hayatımızda var olan rehberleri bir kenara itip,yolları bilmeden kasıtlı olarak ölüme atlıyoruz.Damarımızda yakılan nevruz ateşlerinde bir an atlayıp zıplıyor bir an oturup bir köşeye çekiliyoruz.Kendimizden emin olmadan gökyüzüne bakarak dışarıdan bakılınca derin görülebilecek fakat ayak bileklerimizi aşmayacak hayallere dalıyoruz.Yalnız yaşadıkça kalabalığa alışıyoruz ama içine düştüğümüz karanlıkta bunun farkına varamıyoruz.Kalabalıktan gelen seslere kulak verdiğimizde başkalaşıyor,onları duymadığımızda ise kendi enerjimizin farkına varıyoruz.
 Karalama hayatlarını kimi insan elinde bir silgi ile geçiriyor kimi insan ise bir kalemle daha da yıpratıyor.Elinde silgi olanlar hayatları boyunca bir suçluluk duygusu ile önlerine sunulan yolun en açık olanına yönelmeye çalışıyorlar.Elinde kalem olanlar ise yaratıcı davranıp üzerlerine daha iyi bir resim çiziyorlar ya da kendi hayatlarını daha kepaze bir hale getiriyorlar.Kader adı verilen çizilmiş senaryoları ilginç bir biçimde yaşıyoruz,kurgulayan ise sıkıcı bir şekilde izliyor ve yanlış giden durumlarda kendi isteği doğrultusunda el atıyor.
 Bizler serbestliğin ilk belirtisinde bir beyazlığa yönelip karalama rüyalar çiziyoruz ve rüyalarımızı yaşamak için uyku kumlarının arasında nefessiz kalıyoruz.

24 Haziran 2011 Cuma

Sevebilirsin



 Her şeyi sevebilirsin ama önemli olan bağlanmayacak olmandır. Bunu fark edince insan yıllarca huzuru arayıp duran bir yogiye anında fark atabiliyor. Hayatına girip çıkan insanlar sürekli tünel oluşturacaklar, bu tünelin başı sevgi ve mutluluk başlayacak sonuna geldiğindeyse yüzüne söylemedikleri sözlerle son bulacaktır. (Tam tersi olabilir, hayat neticede.)

 Taktığımız gözlükler bakış açımızı değiştirmez sadece görüntüye süs katar. Elinizde eldiven olmadan da birilerini öldürebilirsiniz. Bunu yaptığınızda sonuçlara katlanacak kadar cesur olduğunuzu ya da aptal olduğunuzu gösterirsiniz. İşte bu,kişilerin bakış açısıdır. Bunu etkilemek yaptıklarınıza bağlı olur. Yapılması gereken bağı görmemektir. Bağlar ortaya çıktığında insan tökezleme yaşamaya başlar. Olduğu gibi yaşamak ve kendiniz olmak ise size bir şeyler katabilir ya da sizi alaşağı edebilir.

 Aslında anlatılanlar tamamen zaman üstüne kuruludur. Hayatta olacak ve ölecekleri zaman gösterir ve birileri yapar. Zamanın gösterdiği,birilerinin yaptığı olaylar örgüsüne kader adını veriyoruz. Yapamadığımız her şey için ağzımıza bir kelime sakızı atıyoruz ve karşımıza çıkanlar bir şeyler söylemek istediğinde bu sakızı yüzlerine tükürüyoruz. Hayat bu denli kolayken bizler bazen, hatır sorularına olumsuz yanıtlar verebiliyoruz. Aslında yapılması gereken biraz özen göstermek fakat, bizler bazen o kadar çok odaklanıyoruz ki yapılması gerekenleri fark edemiyoruz.

Sevebilirsin, umursamadığın sürece sorun olmayacaktır. Yapılması gerekeni gördüğün sürece kendi virajından şaşmayacaksın. Sevebilirsin, kişi veya kişiler bunun farkında bile olmayabilirler, yapılması gereken senden cesaret isteyecektir. Sevebilirsin, yapılması gerekeni yaptığın sürece sen kendin olacaksın ve sorun olmayacaktır.

17 Haziran 2011 Cuma

Üst üste ve alt alta...

Bazen zaman bir dalga misali arka arkaya çarpma etkisi yaratabilir.Hayatın ne çıkaracağı hiç belli olmuyor.Biz çıkacak olanların merakına o kadar çok düşmüş oluyoruz ki ilerlememiz gereken sırada bir tıkanıklık yaratıyoruz.İstekler doğrultusunda kendimizi bir programa dahil ediyoruz.Sistem bizim için bir önem içeriyor hem de fazlasıyla gereğinden fazla anlam yüklüyoruz.Sistemi yaratanlar bizken sistemin esiri haline gelenler biz oluyoruz.
 Son zamanlarda kendimi kaybettim,insanların beğenisine o kadar önem verdim ki kendimi onların için değiştirmeye kalktım.Dayatma ile yapılan şeylerin kötülüğünü gördüm,net olarak farkına vardım.Yazmak istemediğim tarzda yazılar,yapmak istemediğim işlerle meşgul oldum.Gereğinden fazla kendimi kaptırdım,gereğinden fazla bağlandım ve düsturumu bozdum.İnsan öncelikle kendisini sevmeli ve önemsemeli,dozajını bilerek.Fakat,ben elimdeki treni asla sabit bir raya oturtamadım.Fikirlerine sahip çıkmak için öncelikle insan kendi birliğini korumalı,meydanlarda atılan sloganlar çıktıkları ağız sayesinde değer kazanırlar.Fakat,insanlar bunu göremediği için sadece sürü psikolojisine yönelim göstermektedirler.
 Popülist kültür etkisini aşırı olarak gösterdiği için kızılan bir film “Kaybedenler Kulübü” bana göre o film gayet ince bir anlayışa sahip ama insanlarımız sadece birkaç kelimeyi alıp mantığını bir kenara atıyorlar.Benim kaptığım bir şey var,biraz geç kaptığım bir şey bu;insan yaptığını bir hiç uğruna yapmalı,biri beğenecek biri eleştirecek diye değil,sadece kendi canı istiyor diye o an onu yapmalı.Tabi yaptıklarının sonuçlarına katlanmalı asla pişmanlık duymamalı.Gerisi zaten bir çorap söküğü misali geliyor,o filmde özenip çok istediğiniz karakterin baş rolü size geçiyor.Bunu yapmak için gereken tek şey,kendiniz olmak.
 Olumsuzluklar hayatımızın her anında var.Kendimden konuşarak devam edeceğim.Yarın “LYS” var ve ben de gireceğim.Fakat,durumum içler acısı 20’lik dişimin çıktığı kısımda diş eti iltihap yaptığı için yaklaşık 48 saate yakın bir süredir uykusuzum,yemek yiyemiyorum ve suyu dahi zorlukla içiyorum.Sınav umurumda olduğundan değil ama utanıyorum.Etrafın diyeceği umurumda değil ama ailem bak bu malum oldu diyecek diye utanıp,üzülüyorum.Son zamanlarda sınav nedeniyle duyarsızlaştığım da bir gerçek,insanları sorgusuz sualsiz hayatımdan def ediyorum.Sabır noktası kayboldu ve hayat çizgim merkeze baskı yapmaya başladı.Etrafımda ki insanları görerek kendime hakim olmaya çalışıyorum,nesil o kadar berbat bir hal aldı ki,evini terk etmeyen birçok insan tanıyorum.Birkaç gün önce ben de evimi terk ettim,bir çözüm değil kaçmak ama insan aklını dinlendirmek için zihninde bir odaya kapanmayı denemeli.
 Bir kalkan olabilmeyi,bazense darbeleri yaralayacak bir kılıç olabilmeyi zamanla kavramalı insan,hayatın ona gösterdiğini her zaman için “düz mantık” ile görmemeli.Bazı şeyler üst üste ve alt alta gelmeli ya da bazı şeyler gelir ve insan buna direnebilmeli…

8 Haziran 2011 Çarşamba

Karma...

 Son zamanlarda kocaman bir katil resmettim.Sürekli olarak birkaç yerinden terkediyorum insanları,terke maruz kaldıkça kaybediyorlar.Parmaklıkların arasında dolanıyorum,etrafta bazı inanç şekilleriyle karşılaşıyorum.Onlara inananların içleri boş kalmış,ruhları bedenlerini terk etmiş.Manzaralar soluk bir hal almakta kimse önemsemiyor,Güneş bir tepeden doğup batıyor.Tepe çıplak ve yalnız.Ruhlar sorumsuz ve arsız.Birileri konuşuyor fakat bir dilsiz kadar dertlerini net anlatamıyorlar.Suretler anlamsız bir biçim almış,çevrede olup bitenlere tepkisiz bakıyorlar.
 İnsan yıl geçtikçe insanlığın kelime anlamını unutmaya yüz tutuyor.Kıvranan kişilikler ve kıvraklaşan zekalar görüyorum.İnsanlar üfledikleri dumanlarla kendilerini serbest bırakmaya çalışıyorlar.Kalplerinin kepenklerini açan insanlar gece olunca kendilerini yatağa uçarcasına atıp görmek istedikleri dünyalara dalıyorlar.Sessizlik kulaklarımı tırmalıyor.Dışarısı neden bu kadar gürültülü?Suskunlar derneği suskunluklarını koruduklarını söylediler.Periler ve cinler geceleri poker oyunları çevirmeye başlamışlar,masalarda saf hile dönmekteymiş.Çiçeklerini türlerini korumak için birbirleriyle kavgaya tutuşmuşlar.İnsanlar beğendiklerini koruyor çünkü…
 Kelimeleri değerli kılan ne kadar düzgün ve sağlam oldukları değil,yazan kişinin ne kadar ünlü olması oldu.Radyoaktif tehlikeler santraller kurulmadan içimizde dolaşıyor.Sokak başlarında başı karanlıkta olan radyoaktif hastalıklı bedenler,zehirli ruh sahipleriydi.Ata’sını bilmeyenler eskilerin kafasını yaşıyor.Geçmiş şekil değiştirmeye yüz tutmuş,tarih ilerledikçe engellere takılıyor.Yüzyıllar ormanında yaralar alarak yolunda ilerlemeye çalışıyor.
 Bunca şey olurken ben bir kadını tasvir etmiştim.Saçlarında çığlıklar taşıyordu,gözlerinden bir okyanus boşalıyor,Güneş tenindeki kum zerreciklerini altın sarısına dönüştürüyordu.Ruhu altın bir kafeste çevresine yanaşan erkeklerin ruhunu esir alıyordu.Beni esir alamamıştı,onu ben yaratmıştım.Kalbi olmayan bir adamdım,yıllar önce bir ordu arkadaş beni terkedince söküp bir köşeye atmıştım.Boynunda bir buz kütlesi taşıyordu,onu öpmeye kalkanlar donup kalıyordu,dudaklarında zehirli bir elma vardı.Onun kalesini feth edebilmek için Fizan’dan ve Kaf Dağ’ından lordlar kuşatmaya gelmişti.Giderken kalplerinin anahtarlarını teslim ettiler.Bu dünya kirliydi,oysa bu dünya’da yaşayan en temiz varlıktı.Bazen ziyaretine giderdim,bir duvar bizi ikiye ayırırdı ve ona yaslanırdık.Genellikle ben konuşurdum,o susunca karanlık bir anda aydınlığa dönüşürdü.Gözlerimi alan ışık kör ettiği için konuşmaya cesaret edemezdi.Ben de kendimi anlatmayı beceremezdim.
 Buruktu dökülen yapraklar,ben bir sonbahar günü acelesi olan bir ruhun üstüne doğmuşum.Anne karnında sadece sekiz aylık bir macera yaşayabilmiştim.Acele işime şeytan el atmıştı,bu nedenle bir gece ölüme doğmuştum.Doktorların sabaha yaşama şansı vermedikleri bir mucize olmuştum.Kulağıma adımı fısıldadıklarında o ismin kaynağı olan yaratığın kalbini almıştım.Adım Burak,sıfatım Adil.Bir gün Azrail yine beni görmeye gelmişti.Dört yaşındaydım,bir hafta kadar yatıya kalmıştı.Sohbet o kadar derindi ki sabaha uyanamayacağım söyleniyordu.Onunla rüyalardan rüyalara geçiyorduk.Farklı bir yanı vardı,biz sadece bakıyor ve susuyorduk.Sessizlikle anlayışların aktığı bir dereye dalıyorduk.Çocuktum,pek koşamazdım.Hızlanınca kendini hissettirirdi bana adını masum bir hale dönüştürmüştü,”Astım”.Tedavi süreci benden en güzel yıllarımı çalmıştı.Altı yaşımdan süre gelen bir altı yıl hapse mahkum kalmıştı bedenim…
 Karalamaya başlayıp,şarkı söyleme cesaretine erişebildiğim günden beri kendimi ifade edebiliyordum ve ben hala yaşıyorum. 

Kayıp...

Üzgünüm,aklımın ucundan geçen her insana değer verdim.Sanki hepsi bir köşe kapacaktı ve bir daha asla bir yere gitmeyeceklerdi.Yanıldım.Çok şaşırmam gerekmiyordu,burası dünya adı verilen zamanla her şeyin güzel olacağı söylenilen fakat zamanın kirlettiği ifadelerle dolu bir yerdi.Hatta bu dünyada öyle bir rüya alemi var ki orası “Türkiye” gelecekler birkaç saatlik maratonda saklı,vakit gelince birkaç umut dolu genç veyahut hayatın bıkkınlığından usanmış bir kaç çürük beden önlerine konulan bir kağıtla arenada savaş verme çabasına girer.Bilinçsizliğin bir sömürü haline dönüştüğü yer burası,kimse kimseyi uyarmaz,kimse kimseyi korumaz.Adalet isteyenlerin,adalet sembolü olan kadının memelerine asılması gerekmekte,zira elindeki defter başka türlü düşmüyor.Burası “İstanbul” burada sabah ezanının duyulduğu saatler her şey ve herkes telaşsız bir uyanış içerisindedir.Güneş’in doğuşu bir film şeridinin size sunulmasını sağlar.Güzel ya da çirkin anılarınız belirir ufuktan,kız kulesinin tarihi bağırır kulağınızın dibinde,aldırmazsınız.Kendinizi önemsersiniz ya da kendinizi hiç önemsemeyip her zaman ezilirsiniz.Hayat hep bir seçimle karşı karşıya getiriyor.Kimisi gören bir kördür ve seçimlerini çoğu kez yanlış yönde kullanır.Kimisi her şeyden habersizdir,fakat birileri onun için çalışır.Burası “Dünya” ve bu küçük yarım ada “Türkiye” ve bu bir köprü şehir “İstanbul” duygular bir senteze hapsolmuştur,kültürler ve geri kalan her şey bir döngüye gömülmüştür.Burası benim hayatımdan kopup gelen satırlar ve ben de keşkelerle etrafta dolanan bir insanım…

Bazıları...

Merhaba,sizlere bazı bazı şeyleri anlatacağım.
Bazı şeyler var,bazı insanlar…Onlar çok güzeller,çok iyiler içlerinde bir farklılık var.Keşke benim olsalar,keşke benimle olsalar istiyorum.Fakat ben bu konuda çok şanslıyım biliyorum.Onlar benim değil veya benimle değiller,böylece onlar bir gün gidecek olursa veyahut yok olurlarsa üzülmek gibi bir durumla karşı karşıya kalmayacağım.Hayat Değerli [HD] bu değeri yaşayabiliyorsanız,işte o gördüğünüz [HD] seçeneği aktif haldedir.Eğer,berbat bir halde ve hiç bir şeyin farkında olmadan yaşıyorsanız.Siz zaten ölüsünüz,[HD] seçeneğine ihtiyacınız yok.Bir melodi düşünün,çok sevdiğinizi değil aklınıza ilk geleni söyleyin.Bazı şeyleri çok seversiniz,fakat aklınıza her defasında birinci sıradan yerleşemeyebilirler.Bazı şeyler hatırlanmaktan yorulabilir ve hatta eskiyebilir.Ne yazık ki şarap özellikleri olmayan,bir süre sonra değerini yitirir.O zaman yeni bir anlam aramaya koyulmalısınız ya da elinizdekini her zaman nasıl güzel tutabileceğinizi biliyor olmalısınız.Kadere inanmak,bazen en basit çözümdür.Kaderi tekrar yazacağınızı inanmak veya sürekli olarak değiştirdiğinize inanmak ise işin en güç görünen yanıdır.Fakat,bu güç görünen yan sizi tünelin sonundaki aydınlığa ulaştırır.Bir makinist,bu aydınlığa er ya da geç varacağını bilir,fakat hiçbirimiz bir makinist değiliz.Kendi aydınlıklarımızı yaratmak için bazen o söz ettiğim bazıları biz olmalıyız,insanlar bizi tanımadan sevebilmeli,fakat kendileri ile tanışmadığımız veya birlikte olmadığımız için şanslı olduklarını bilmeliler.

Tarafsızlık…

Biraz siyasi olaylara girmek gerek diye düşünüyorum.Dışarıdan bakanlar bu tür olaylara tepki göstermiyorum gibi görüyor.Ben de kendi tepkimi sergiliyorum,fakat kendimi yorup tüm zamanımı belirgin bir biçimde buna ayırmıyorum.İnsanlar bir şeyleri yapacaksa birlik olmak gerek,ben çevremdeki insanları yeteri kadar bilinçlendirmeye çalışıyorum.Karşıt görüşlü insanları bilinçlendirmeye çalışıyorum.(Aslında fazla da uğraşmıyorum o insanlarla geneli katı kurallara sahip oluyor.)Özellikle son yıllarda her şey taraf ve birlik işi oldu.Zira başımızdakilerden acı bir şekilde bunu öğrendik,bugün bunlar yaşanıyorsa başımızdakilerin alt yapılarını sıkı tutmasının etkisi büyüktür.Sokaktaki iki kişiden biri yahut beş kişiden üçü bu partiye oy veriyor.Sorunca herkes “kim osurdur,garip osurdu.” havasına bürünüyor.İçimizdeki gerçekleri ortaya çıkarmak için kimsenin yüzüne hırlamamak gerek,bende arada sert tepkiler veriyorum.Fakat,net bir biçimde zararınıda görüyorum.İnsanlar çatışmaya girince kelimelerin pek fazla anlamı kalmıyor.Kimse o gürültüde her ağızdan çıkana önem vermiyor.Özellikle iş çatışmaya dönünce herkes kendince bildiklerini sıralıyor.(Sanki öğretmenler sözlü kullanacak.)Acı günler yaşıyoruz,acı tecrübeler ediniyoruz.Fakat,unutulan bir şey var “organize” bu unutulan kelimeyi ve “organize olma” duygusunu tekrar geri getirmek bilinçli bireylerin elinde(Bilinçliden kastım,bir şeyleri bilip kendini anlatmaktan aciz olan insanlar değildir.)bu bireyler bir şeyleri ılıman bir havada nüksettirirse,kimse kalkıp bağırıp çağıramaz.Yürüyüşler yapılıyor görüyorum,fakat bunlar dahi etki etmiyor.Sistemi kalbinden vuracak projeler ve eylemler gerek,kuru kuruya etkinlikler değil.Çoğu liseli arkadaşım,yürüş olayını duyunca aslan kesiliyor ama içine girince amacını unutup eğlenceye dalıyor,provakatif işlere aldanıyor.Olayın bilincinde gezen insanlar,ben her şeyi yapmalıyım kendimi göstermeliyim,düşüncesinde sadece kalabalık yapıyorlar.Ben bu sene sınavzedelerdenim,kalkıpta bir kez olsun yürüyüşede gitmedim.Kendimi yormaktan değil,zaman bulamadım.Bana göre zaten bir şey çıkmayacaktı,kalkıp boğaz patlatmanında manası yoktu.(Bu kelimeleri biraz hırsla söylüyorum,çünkü televizyonda gördüğüm provokatif eylemler kanıma dokunuyor.Eski bir polisin,çocuğu olarak polise hakaret edilip vurulması da kanımı donduruyor.Bende kendimi korumak için gerekirse dövüşürüm polisle,fakat kalkıpta gereksiz yere “emir kulunuda” alaşağı etmeye çalışmak saçma geliyor.)Bir şeyler yapılacaksa,etkili silahlar gerek.

Mahalle..

Merhabalar yine bir saçmalıkla buradayım.
Ben İstanbul’un Avcılar ilçesinde,öyle saçma sapan bir mahallede oturmaktayım.Boy boy veletlerin,ortaokul terk olup “Ezel” havasına büründüğü bir mahalle burası.Çoğunun velet halini görerek büyüdüm.Fakat,adrenalin bu söz dinlemiyor,insan bir kez macera aramaya dursun.Laf atarlar,severler laf atmayı,hatta laf atarken sanki ellerindeki sıcak patatesmiş gibi birbirlerine sen başla,hayır!sen başla diye de ara gazı verirler.Tabi genellikle bu bana rastlıyor,nedenini cidden bilmiyorum.Hayır yani karateci olduğumu da bilmiyorlar.Ben veletlere de bakmıyorum pek,ama gel gör ki benim gibi anında agresifleşen adama çamur atıyorlar.Tabi ben de geri kalmıyorum.Hatta bu yıl bir iki puştu evinden alıyordum ki,bizimkiler engel oldu.Veletler birkaç gün görünmedi kapı önlerinde,bende bu kadar korku size ömür boyu yeter hahaha,avuntusu ile kendime engel oldum.Kıyamet gitgide yaklaşıyor,buna inanıyorum.Hiç kimse başka birine tahammül edemiyor,hoşgörü seviyesi herkes için yerlere düşmüş vaziyette bunu toparlamak için yapılması gereken basit,bakınız:Salacaksın mahallelere polisleri,köşe başında duran her ite birkaç sopa çakacak ve sürekli denetimde tutacak.Polis bile bazen sesini çıkaramıyor,yine bu sene şahit olduğum bir şey;bir çip polise kalkıp bağırdı.Polis ağzını açıp bir şey söylemedi.Bende içimden sövdüm polise,böyle puştlar mesleği kötülüyor,bizim lisede bile yok şu polise vurduk şunu yaptık bunu çaktık muhabbeti oluyordu.Tabi biz lisenin abileri olaraktan öyle saçma sapan çoluk çocuk maceralarına karışmıyorduk.Bu arada lise dedim de lise bitti bugün yahu oradan da mezun olduk,bakalım istediğim üniversite beni kabul edecek mi?Hayat gitgide sarpa sararken,biz insan olanlar hep bir düşünce ve koşuşturma içindeyiz.Düzen denilen kavram gitgide bozulmakta,baştakiler düzeni yaratmanın yolunu baskı olarak görüyorlar.Bakalım,zamanın efendisi bize ne oyunlar oynayacak.

Ritim..

Şu ritim bağımlılığımdan ötürü hayatımda her şey duraklı duraklı oldu.Bugün basketbol oynarken fake yapma amacı ile adamımı atarken şaşırtma yöntemi uyguluyordum.Arkadaşlar biraz azarladı,azarlama sebepleri üzerinize afiyet ben biraz seriyimdir,öyle böyle değil uçarım yani(megalomanlık tavan)yaptığım hareketlerle oyunun yavaşlamasına neden oluyordum.Neyse efendim,düzelttik kendimizi o maç için ama cidden ritim olmasa hatta müzik olmasa beni kaldırıp çöpe atabilirler herhalde anlamsız olur dünya,tatemide dövüşürken bile zihnimden bir parçayı geçiriyorum veya duyabildiğim bir müziğe odaklanıyorum.(Tatemi biz keratacıların dövüştüğü alan,ring.)Ritim bir yaşam biçimi bence herkes buna uygun yaşarsa,ne düzensizlik kalır ne bir sıkıntı…Neyse saçmalamayı kesiyorum yazmak istedim,yazdım.Okuyanlara teşekkürlerimi iletiyorum.

Mantık ve Direnç..

Yasaklar kalenin surlarına dayanmak için hazırlanıyor.Sayılı günler var,insanların kimisi benim gibi gün sayıyor,kimisi de meydanlarda bir çaba göstermeye çalışıyor.Burası Türkiye acısı ve tatlısı ile herkesin yaşadığı ülke her şey bu kadar kolay değil,fişi çekmek ya da bir hareketle bir yerlere getirmek,her şeyin hesabı çıkar.Ben şeriat tarzı bir yönetimin asla ülkeye giriş yapabileceğini düşünmüyorum.
İsterlerse organize olsunlar,isterlerse her yerde fetvalar verip,kendi görüşlerini benimsetmeye çalışsınlar.Biz Türk oğlu Türk’üz.Ecdad cihana hükmetmişken,bizi kalkıpta o cihanın piçleri esir mi alacak?
“Ben ezelden beridir,hür yaşadım,hür yaşarım! Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!”
Komik geliyor,böyle ne bileyim peçeli bağnazlar,fesli yobaz imamlar falan unutmadan reyiz-i imam FETO baba falan hepsi bence tam bir parodi,Türkiye’de gülünecek çok şey var.Bunu baştaki insanlar sağlıyor,kimin kiminle nerede ne zaman nasıl yatmış,çokta umurumuzda gibi kalkıp ortalığa alenen dökülmesi sadece zavallılıktır.
Resmen brazzers devletine dönüyoruz.Bu gidişata dur demek için gözümüzü her şeye açık tutmamak gereken,yıllardır her şeye “aa bu iyiymiş,aa bu ilginçmiş” gözü ile yaklaştığımız için her iktidar(özellikle son) yeni doğmuş bebek gibi görüyor.


Başımız mı sıkıştı?Yeni gündemi salın gelsin.Yanlış bir şeyler mi dönüyor?Biberon verin milletin ağzına,herkes sesini kessin.


Her şey bir yere kadar gider. 

Biraz Yalan...

Her şey değil,bazı şeyler yalan…


Mesela arkadaşlık kavramı bir yalandır.Dostluk kavramı ele almayacağım,çünkü arkadaşlık ve dostluk kavramları günümüzde karışmış bir haldedir.Arkadaşınız,hiç olmayan kardeşinizin yerini doldursa bile kar etmez.Sevgi kavramı çok uçucu,madenin katıdan gaza geçmesi (süblimleşme) soyut bir şekilde anlatılmak istenilse,benim cevabım sevgi olurdu.


Birini seviyorsunuzdur,fakat o sizi hayatına almaya dahi korkuyordur.Birinin kölesi olmuşsunuzdur,fakat o sizin farkınızda bile değildir.Bunlar sinir bozucu durumlar elbette yapması gerekilen tek şey hep geri çekilmek veya acıya katlanmak oluyor.Ben karşımdaki insanı kırabildiğim için genellikle geri çekilip,kaybolmayı seçiyorum.Davranışlar çok fevri bir halde son yıllarda kimse(ben de dahil)bir hareketi yapmadan önce karşıdakinin ne hissedeceğine önem vermiyor.Hiç kimse de saygı yok.
Onyedi yıllık bir arkadaşımı kaybettim,ölmedi.Sadece hayatımdan çıktı,az önce gördüm,kapının önünden geçti.Kalkıp selam vermek istedim,fakat öyle bir hal aldık ki selam verirsem bir değeri olmayacağını veyahut cevap vermeme ihtimalinin bulunduğunu bildiğim için üşendim.Üşendim diyorum çünkü selamımı esirgemedim,aslında söyleyebilirdim ama gerek görmedim.


Birilerinin hayatından gidince veya birilerinin hayatından çıkarılınca net bir biçimde üzülürdüm.Bunalım yaşardım,tabi dışarıdan anlamak zor olur beni,genellikle herkes beni karşıt çocuk,asi,çılgın… vs. bu tür kavramlarla tanımlar.Ben bu imajı isteyerek yaratmıyorum,sadece her şeyi akışına bırakıyorum.Üzüntü ve sevinçlerimi akışına bırakıyorum,her şey tadımlıktır.Bir şeyi hayatınızda çok uzun süre tutunca değeri yitirmesi an meselesi oluyor.Genel olarak hayatınızda uzun süre kalmayı hak eden insanlar,arkadaşınız ya da eşiniz oluyor.


Benim yakındığım nokta da şu,artık kimse uzun süreli bir değeri hak etmiyor.Bir şafağın geceyi beklediği,bir denizin mehtabını beklediği,Güneş‘in yerini sessizce Ay‘a bırakması gibi bir duygu yok.


Belki de benim soyut dünyam,fazla kırılgan ve kırıkları süpürmediğim için fazla incitiyor zaman
Hayat neden hep zaman?Bütünleyen yargıların hepsi zamanla,hayattaki duyguların alt yapısı hep zamanla…
Belki de zaman bizim en büyük düşmanımız,şu Dünya’da…

İlhamen...

İlham perisine tecavüz edebiliyordum.
Her gün beni ziyaret ederdi,nedenini bilmediğim bir şekilde beni seviyordu.
Ben bazı zamanlar gelmesinden rahatsız olmuyordum.
Ancak,öyle bir zamanda geliyordu ki,tam eşref saatimin olduğu dakikalarda kapıda dikiliyor.Bana öylece bakıp,susuyordu.Hiçbir kadında olmayan bakışlara sahipti,hiç bir kadının bulunmadığı bir gezegenin evladıydı.
Bazı zamanlar susadığım veya susadığımı hissettiğim zaman bana bir bardak kan uzatıyordu.Kendi kanı,genellikle bir gece yarısı çok düşünceli bir halimde bir anda elimde oluverirdi.Radyasyonla bozulmuş kalbime,çok iyi gelirdi.Bir nesle aşikar zamanın çocukları arasında büyümüştüm.Kimsenin takmadığı yazarları okumuş,müzisyenleri dinlemiştim.
Neden bilmem ama insanların beni “iyi” bulmasına karşın,ben kendime çok kötü gelirdim.
Kelin merhemi olsa kendisine sürerdi,benim elimdeki merhemi ben hep başka kadınların yaralarına boca etmiştim.Saftım,bazı zamanlar gerçekten saf bir adam olup çıkardım.Kimisi “saf” kısmını enayi olarak algılayabilir,asla bir aziz olmadım.Saftım,kendim gibi davranırdım.Genellikle insanları kandırmak uğruna kendimi kandırılmaya bırakırdım.
Bazı zamanlar ilham perisini alıp kaçmak isterdim,sonra fark ederdim ki o ben nereye gidersem peşimden geliyor ve çektirdiğim tüm acılara rağmen susup beni izliyordu.Ben buna değmezdim,biliyordum.Çünkü,yersiz gidişlerim olur,insanları sebepsiz yere çöpe atardım.
Bazı zamanlar karşımda bir su olmasa bile yansımamla hep birlikte olduğumu düşünerek hareket ederdim.Aslında onun ilham perisi olduğunu anladığımda,sadece üstüne basıp geçmiştim.

İstemeden,bilmeden ve ilhamen kafamda yankılanmalar olurdu,sebebini bilmezdim ama o orada öylece dururdu… 

Sadık Dost...

Bir köpek var,dükkanın kapısının önünde yatıyor.Babam ona büskivi(püskevit) vermeye başladığından beri babamın kapısını gözler oldu.Laptop akşama kadar iş yerinde olduğu için ben de gidip dükkanda takılıyorum bazı zamanlar tabi bu sadık bekçi de kapıya gelip yatıyor.Birkaç dakika önce gidip büskivi aldım,tabi başladı üstüme zıplamaya,ben de korkudan titremeye başladım.Farkındayım,amacı oynamak ama küçükken köpeklerle yaşadıklarımdan sonra onlarla oynamaktan veya onları sevmekten korkar oldum.Küçükken yaşadığım nedir?Müsadenizle anlatayım.
Küçük bir çocukken,halamın ve annemin teyzesinin köpeği vardı.Halamda bulunan köpek bir çoban köpeğiydi,adı Pamuk’tu.Beni severdi,üstünde gezmişliğim bile vardı.Neyse…
Günlerden bir gün ben avluda tek başıma metre ile oynuyordum,Pamukta beni izliyor arada pati falan atıyordu,ağzıyla kemirmeye de çalışıyordu.Ağzıyla kemirmeye çalışırken ben metreyi boğazına soktum,tabi saldırganlaştı.O korkuyla ben kaçıyordum,o kovalıyordu ki o zaman kısa bir çocuk olduğumu göz önünde bulundurursak (8 aylık doğdum,boyu kısa olan bir çocuktum) benim kadar olan merdivenleri emekleye emekleye çıktım.Halam neyse ki tam zamanında yetişti.Belki beni parçalardı hayvan,sonra ona çektirdiğim acı ile beni güle oynaya yerdi.
Bu yaşadığım ilk korkuydu.
Sonrasında memlekete gittiğimiz bir vakit,annemin teyzesini ziyarete gittiğimiz de onun köpeğiyle de haşır neşir oldum.Adı Panter,küçük bir süs,kurt köpeğiydi.Küçüktü belki ama kendinden büyük her şeye asilik yapabilirdi.Bir gün onunla oynarken,elimi yalamaya başladı.Durmadan elimi yalıyordu,hatta bunu oyun haline getirdik onunla,burnunun önüne getirince elimi direk yalıyordu.Biz yine bahçede onunla oynarken,içeriden annemin teyzesi yemeğini getirdi.Tam elimi yalıyordu ki,yemeğinin önüne uzatınca bir anda hırlayıp elime saldırdı.Allah’tan hızlı çektim elimi,belki elimde iyi yaralar açabilirdi.
Yine bir gün anneannemlerin evinin önünde oynarken,karşı komşunun oyun sever,avcı ve genç köpeği benimle oynamak için bağını koparıp peşimden koşmaya başlayınca,ben de durmayıp eve doğru koşmaya başladım.Kapıya hınca hınç vururken bir anda üstüme atlayınca ve kapıya kafamı vurunca titreye titreye eve alındım.(Bunu gören annem ve ev ahalisini gülme krizi tuttu,öfkeden küfür etmiş olabilirim,hatırlamıyorum.)
Velhasılı kelam,o gün bugündür.Ben köpekleri ne kadar çok sevsem dahi onlarla oynamaktan,onlara yaklaşmaktan korkar oldum.Ne vakit biri bana yaklaşsa,oynamak istese,bir titreme ve kaçma isteği bende belirir. 

Sıradan...

Sıradan olmak,sıradanlık,sıra dışı veya bir insanın sırdaşı olmak nasıl olur?

Sıradan olmak için insan kendi sırasını kaybetmeyi göze alabilmelidir.Yaptığı hareketi sorgulamayacak,zaten kendini bildiği için yaptığı her hareketin bilincinde olacaktır.Sıradan olmanın pek faydasının olmadığını bilecek,kendini normal görüp yoluna devam edecektir.

Sıradan biri normal giyip,herkesin bildiği veya kısıtlı bir kitleye hitap eden şeyleri sevecek,kısacası sıradanlıkla yaşayacaktır.Kişi zaten olduğu gibi davrandığı zaman her kılıfa girecektir.Toplumda bir şekilde kendi maskesine sahip olacaktır.Farkında olduğu zaman bazı şeylerin,sıradanlığı kalmayacak,her maskeden bir rol çalacaktır.Farkında olmadan yaşadıkça insan,kazandığı zaferlerin veyahut kaybettiği zaferlerin acı tokadını rahatça hissedecektir.Hani bir tabir vardır,”nirvana’ya erişmek” kişi kendini bildiği fakat fark etmediği bir yaşamı tattığında nirvana’ya erişmiştir.
Sıra dışı olmak,insanların sizden nefret etmesini sağlar aslında,sıra dışı olduğunuzu düşünün,kıskanç akbabalar size hissettirmeden çevrenizde uçar.Sıra dışı olmak için bazı derin manaları,bazı normal durumları farklılıkla görebiliyor demektir.Sıra dışı olmayı kabul eden,yalnızlığı ve kavgayı seviyor demektir.Kavga dedim.Çünkü,sıra dışı olmak mücadele etmek,kendi topraklarınızı yaratmak demektir.
Peki ya bir insanın sırdaşı olduğunuzu düşünseniz?Gerçekten ne kadar güvenilir olabilirsiniz?Ne kadar süre bir kelimeyi içinizde tutabilirsiniz?Aslında,insanoğlu asla sır tutamaz.Sırdaş,olamaz.Ne kendisine ne de bir başkasına…
Niye?Bunu sorduğunuzu duydum.Çünkü,insan içine atmayı sevmez.Her insan paylaşımcı bir bireydir,her insan tuttuğu ipi bir şekilde dışarı sarkıtır.Kimisi yazı yazar,kimisi birine anlatır,kimisi bir parça yapar,kimisi bir resim yapar.İçinde olanı dışarı mutlaka yansıtır.
Peki,durumlar böyleyken,bir insan ne kadar dürüst,temiz ve olduğu gibi davranabilir ki?Duygular ne kadar kendindedir?Hayat ne kadar sabittir?Kim kendini sadece bir Dünya’ya hapseder ki?

Hiçlik...

Gece’nin ikisi,saat tepemden bana bakıyor.Zaman asla bu kadar dostça görünmemişti.Zamanın elçisiydi,saatler… Bazen bir havuzun dibine baktığımda,suyu orada bulamayacak ve cehenneme bakan bir çukura kafamı uzatıyor olacakmış gibi hissediyorum. Akrep ve yelkovan etrafta dolanıyor.Akrep sabırlı,yelkovan telaşlı… Saatler gong çaldığında,hiçliğin görüntüsünü göstermeye başlamıştı.Yolunu kaybeden her ruhun siluetinde bir yansıma… Belki bir kadın,erkeği ile en romantik gecesini yaşıyor.Belki adam kalkıp gittiğinde,bu gecenin “hiç” değeri kalmayacak. Hiçlik bedenleri bir zehir gibi saracak,gözler öperken,dudaklar boş bakacak,bir ritim aynı yerde takılı kalacak… Güneş doğduğunda,hiçliği geceye davet edip,odalarımızda bekleyeceğiz.Belki beklerken anlık zevkleri bir “hiç” uğruna tadacağız. Hiçlik aramızdaki tek dişi kalmış medeniyet gibi değildi.Modern çağın,porselen dişli,şekil değiştirebilen esir tüccarı… Hiçliğin olduğu yerde dudaklar kapanır,beyinler her noktası ile algıya aç bir hal alır.Kullanmadığımız bölgelerin karanlığına ufak bir ışık uğrar.

Siyahgram...

Siyahi bir perdenin ortasında,kukla oynatmaya çalışıyorduk.Öndeki boşluklar,belki de bu yüzden hiç dolmuyordu.Bencil ve küstah davranışlarımız,bizleri birey oyuncu haline getirmişti.Sabit fikirli değildik,belki bu yüzden sabit seyir edemedik.Anlık heveslerin peşinde,bitik ilişkilerin içerisinde belirirdik. Sıralı kelimelerin sonundaki nokta olup,ayrı düşerdik.Virgülleri eksikti hayatımızın,hüzünleri de abartılıydı.Ceketlerimizin ve pantolonlarımızın üstleri,yama doluydu.Hayatta bizi kendine yamamıştı. Saman kağıttan ucuz defterlere paha biçilemez sözler yazardık.Kimse erişmesin diye tükenmiş kalemler kullanırdık. Onlar göremezdi,elimizde izi çıkardı aşkların,fazla bastırılmaktan…

Mantığa Hasret...

Merhaba,bugün biraz eleştirisel yaklaşımlarda bulunmaya çalışacağım.
Hani bir söz vardır;”Millet akıllıya hasret,biz deliye” artık devir değişmeye başladı.Ben akıllı insana hasretim,deliler topluma o kadar yayıldı ki çeşitli tiplerle kendilerini yansıtıyorlar.Hatta akıllı insanları deli olarak görüyorlar ve kendilerini üstün bir konuma getiriyorlar.İnsanlar söylüyor ama söylediklerini yapmıyor.Ben şu partiye oy vermedim diyen bir sürü insan var fakat ne hikmetse o parti başımıza konuyor.
Genç arkadaşlarım ellerindeki internetle bir şeyleri daha net görmeye çalışacaklarına,abuk sabuk işler peşinde vakit öldürüyorlar.İnsanlarda bulunan çoğu şeyler sonradan yaptırılmış bir halde;takma saçlar,takma fikirler,takma sevgiler…
Herkes o kadar kendini bilmez bir hal almış ki birine bakmak suç,birine selam vermek hata,biri ile iletişim haline girmek günah…
Peki bunları yapanlar veya söyleyenler ne kadar ak kaşık halinde?
Muhallebi ile yarışamaz onlar aslında,devir paradan çok birliğe bakıyor.İnsanlar yüzeysel olarak düşünüp hareket ettikleri için işi para olarak görüyorlar.Atasözümüzde de olduğu gibi “Bir elin nesi var,iki elin sesi var.” ama şöyle bir hataya da kapılabiliyorlar;hadi toplanalım,sağı solu yakıp yıkalım,sesimizi duyurmak istediğimiz makamlarla alakası olmayan halkın eşyalarına ve kendisine zarar verelim,bölücü sloganlar atıp,devrim nidalarına bürünelim.Birliği gören Robin Hood olmak yerine Kırk Harami’ye dönüyor.Bu yüzden aziz ve azizeler uyku halinde herkes ve kimse bu rüyadan uyanmadıkça istediğini yapmayı arzulamaya devam edecek.İnsanın arzusu bitmez ama en azından ortak gayelerle bu arzular dindirilebilir.Bunu görmek içinde pimapen pencere haline gelen gözlerden ve kara kutuya dönen zihinlerden kurtulmak gerek.
İnsanlar deliye hasret,benim gibiler mantığa ve akıllıya…

Sus ve Konuş...

Bazen insan susarak konuşmayı denemeli.Karşısındaki insan kendini tüm dünyaya kapattığında sessizlikle dolu bir evrene yol almış demektir.İnsan evladı garip bir canlı,bir çiçeği çözmek dahi uzun süreli bir gözlem sonucu monoton bir hal alabilir.Fakat,bir insan evladını gözleme almak,çok zor bir iştir.
Ben pek susmayı sevmem,sustuğumda genellikle cebimde yağmur ve rüzgar taşırım.Benim dilime en iyi tercümanlar onlardır.İnsanlar sustuklarında,düşünceleri konuşur,beyinleri yoğurulur.Beyin,bizim için ne kadar değeri var acaba?Gerçek anlamda kimse üstündeki gücün ve kuvvetin farkında değildir,nasıl kullanılacağına dair pek bir fikre de sahip değildir.İnsan bilgiyi kitaplarda mı aramalı yoksa,gördüklerinde mi?Aslında insan gördüklerini kitap haline getirmedi mi?Gezmeye karşı çıkmamız da abez bir hal almıyor mu o halde?
Sus ve konuş.
Benim için sihirli bir kelime dizisi aslında,susmayı ne kadar beceremesem ve konuşmakta bir o kadar usta olsam da,bu iki tezat birbirini tamamlamaktadır.Rüyalarımızda da birkaç saatlik susmaya daldığımızda konuşmaya başlıyoruz.Konuşma üzerine doğar Güneş ama geceleri susmak için çıkar Ay.Konuşmak için buluşur iki edebi şahıs fakat,susarlar.İkisi de o anda zihinlerinden geçen kelimeleri kovalamaya dalabilirler ya da hayallerindeki kadının tasvirinde oynama yapabilirler.Netice olarak,insan konuşurken ve susarken aslında hep meşguldür ve ikisi birbirinin içinde yaşar.
Sus ve konuş,susarken düşüncelerinde varoluş,konuşurken kelimelerinde sığınacak bir gölge arayacaktır.

İlgisizlik…

 Günün birinde hepimiz öleceğiz,farklı yollar veya farklı kollar arasında…
Fakat,benim ölüm günüm geldiğinde bunun bir nedeni de ilgisizlik olacaktır,bundan eminim.İnsanlar o kadar ilgisiz ki sanki altın bir kültçe rica ediyorsunuz.Bir ilgi göstermek ne kadar zor olabilir ki?
Aslında yaptığım hiç bir uğraşım ilgi görsün diye çabalamıyorum.Bazı zamanlar aşırı hırsa kapılıp uğraşlarımı yaymaya çalışıyorum.Fakat,bunlar seyrek oluyor.İnsanların umursamazlığı Dünya’yı sıkıcı kılıyor aslında.Umursamaz olmak güzel ama yerinde kullanmalı insan bunu,mesela basit konulara üzülmemeli,umursamamalı…


Kişiler de kişiliksizler de canımı sıkıyor.