8 Haziran 2011 Çarşamba

Karma...

 Son zamanlarda kocaman bir katil resmettim.Sürekli olarak birkaç yerinden terkediyorum insanları,terke maruz kaldıkça kaybediyorlar.Parmaklıkların arasında dolanıyorum,etrafta bazı inanç şekilleriyle karşılaşıyorum.Onlara inananların içleri boş kalmış,ruhları bedenlerini terk etmiş.Manzaralar soluk bir hal almakta kimse önemsemiyor,Güneş bir tepeden doğup batıyor.Tepe çıplak ve yalnız.Ruhlar sorumsuz ve arsız.Birileri konuşuyor fakat bir dilsiz kadar dertlerini net anlatamıyorlar.Suretler anlamsız bir biçim almış,çevrede olup bitenlere tepkisiz bakıyorlar.
 İnsan yıl geçtikçe insanlığın kelime anlamını unutmaya yüz tutuyor.Kıvranan kişilikler ve kıvraklaşan zekalar görüyorum.İnsanlar üfledikleri dumanlarla kendilerini serbest bırakmaya çalışıyorlar.Kalplerinin kepenklerini açan insanlar gece olunca kendilerini yatağa uçarcasına atıp görmek istedikleri dünyalara dalıyorlar.Sessizlik kulaklarımı tırmalıyor.Dışarısı neden bu kadar gürültülü?Suskunlar derneği suskunluklarını koruduklarını söylediler.Periler ve cinler geceleri poker oyunları çevirmeye başlamışlar,masalarda saf hile dönmekteymiş.Çiçeklerini türlerini korumak için birbirleriyle kavgaya tutuşmuşlar.İnsanlar beğendiklerini koruyor çünkü…
 Kelimeleri değerli kılan ne kadar düzgün ve sağlam oldukları değil,yazan kişinin ne kadar ünlü olması oldu.Radyoaktif tehlikeler santraller kurulmadan içimizde dolaşıyor.Sokak başlarında başı karanlıkta olan radyoaktif hastalıklı bedenler,zehirli ruh sahipleriydi.Ata’sını bilmeyenler eskilerin kafasını yaşıyor.Geçmiş şekil değiştirmeye yüz tutmuş,tarih ilerledikçe engellere takılıyor.Yüzyıllar ormanında yaralar alarak yolunda ilerlemeye çalışıyor.
 Bunca şey olurken ben bir kadını tasvir etmiştim.Saçlarında çığlıklar taşıyordu,gözlerinden bir okyanus boşalıyor,Güneş tenindeki kum zerreciklerini altın sarısına dönüştürüyordu.Ruhu altın bir kafeste çevresine yanaşan erkeklerin ruhunu esir alıyordu.Beni esir alamamıştı,onu ben yaratmıştım.Kalbi olmayan bir adamdım,yıllar önce bir ordu arkadaş beni terkedince söküp bir köşeye atmıştım.Boynunda bir buz kütlesi taşıyordu,onu öpmeye kalkanlar donup kalıyordu,dudaklarında zehirli bir elma vardı.Onun kalesini feth edebilmek için Fizan’dan ve Kaf Dağ’ından lordlar kuşatmaya gelmişti.Giderken kalplerinin anahtarlarını teslim ettiler.Bu dünya kirliydi,oysa bu dünya’da yaşayan en temiz varlıktı.Bazen ziyaretine giderdim,bir duvar bizi ikiye ayırırdı ve ona yaslanırdık.Genellikle ben konuşurdum,o susunca karanlık bir anda aydınlığa dönüşürdü.Gözlerimi alan ışık kör ettiği için konuşmaya cesaret edemezdi.Ben de kendimi anlatmayı beceremezdim.
 Buruktu dökülen yapraklar,ben bir sonbahar günü acelesi olan bir ruhun üstüne doğmuşum.Anne karnında sadece sekiz aylık bir macera yaşayabilmiştim.Acele işime şeytan el atmıştı,bu nedenle bir gece ölüme doğmuştum.Doktorların sabaha yaşama şansı vermedikleri bir mucize olmuştum.Kulağıma adımı fısıldadıklarında o ismin kaynağı olan yaratığın kalbini almıştım.Adım Burak,sıfatım Adil.Bir gün Azrail yine beni görmeye gelmişti.Dört yaşındaydım,bir hafta kadar yatıya kalmıştı.Sohbet o kadar derindi ki sabaha uyanamayacağım söyleniyordu.Onunla rüyalardan rüyalara geçiyorduk.Farklı bir yanı vardı,biz sadece bakıyor ve susuyorduk.Sessizlikle anlayışların aktığı bir dereye dalıyorduk.Çocuktum,pek koşamazdım.Hızlanınca kendini hissettirirdi bana adını masum bir hale dönüştürmüştü,”Astım”.Tedavi süreci benden en güzel yıllarımı çalmıştı.Altı yaşımdan süre gelen bir altı yıl hapse mahkum kalmıştı bedenim…
 Karalamaya başlayıp,şarkı söyleme cesaretine erişebildiğim günden beri kendimi ifade edebiliyordum ve ben hala yaşıyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder