3 Ağustos 2011 Çarşamba

Uykusuz'un Kıssası

Uykusuzluğa aç bir insan tanıyorum. Sabahlamak ve geceleri hiç etmek en çok zevk aldığı şeylerden sadece birkaçıydı. En güzel rüyalarını uyanıkken görüyor, uyurken gördüklerini inşa ediyordu. Onun başkaları gibi hayalleri yoktu, hayalden ziyade onun bazı istekleri vardı. Kesinleştirmek için uğruna ter dökeceği isteklere sahipti. Birkaç yıllık tecrübelerden sonra hiçbir isteğin uğruna çalışmadan erişilemeyeceğini anlamıştı. Yaşadıklarından ders çıkarabilme yetisi, onu acıya karşı dirençli hale getiriyordu. İnsanların olmaları gerektiği hallerin, bir kısmını “uykusuz” içeriyordu. İlaçsız bir yaşam sürerek direnç halini güçlendiriyordu. İlaçlarla geçirdiği, altı yıllık süreçten sonra ilaç almamayı kendine karşı bir zorunluluk haline getirmişti. İnsanları kendilerini bilmeden yaptıkları şeylerin ne kadar aciz bir hal doğurduğuna yakından tanık olmuştu.
 Tahribata uğramış, kırmızı renkte bir kristale sahipti. O kadar çok kişi bu kristale dokunmuş ki kristal ona dokunan herkesin izini içinde saklamaya başlamış. Bazen olduğu yere kapaklanıp bir nida ortaya koyuveriyor. Yanından geçen kimse eğilip ona bir el uzatma girişiminde bulunmuyor. Fani bir ortamda insanlar ne kadar ilgili olmalı ki? Her şeye vakit ayırırsak ve eğer her şeye yetişebilecek kapasiteye sahip değilsek, asıl yapılması gerekenleri ne edeceğiz? Hep bir yarım kalma korkusu ile yaşanılır. Zamanı doğru kullandığınız sürece, hep bir yarım kalma korkusu boğazınızda tasma gibi asılıdır. Fakat, uykusuzluk çektiğinizde ve geceyi gündüze yama yaptığınızda sorunları aşmak kolay bir hal alır. İç dengeniz yerini bir uzay boşluğuna bırakır ve sizi anlık manzaralarla karşı karşıya getirir. Bu sabrınızın ve dayanıklılığınızın sınanma şeklidir. Zamana karşı gelebilmek için onu dondurmak gerekmiyor, tam aksine zamanı çok hızlı yaşayarak kapasitesinin üstünde anıyı içeri almak, zamanın canını daha çok yakacaktır.
 Ne diyorduk? Uykusuz, o insanlardan daha fazla düşünmeye vakit ayırıyordu. Gözleri açık olduğu her süre içerisinde fikirlerin ve hayallerin beynini zapt etmesine izin veriyordu. Bir konu gerçekten doğruydu. İnsanlar yalnız kaldığında daha çok düşünüyordu. Peki beynimizi kullanmak için yalnız mı kalmamız gerekiyordu? İşlevselliğimize şekil verebilmek için savaşmamız gerekiyordu. Bunun içinse, irade sahibi olabilmek ve rahatlıktan sıyrılmak temel esastı. 
 Uykusuzluğu nasıl mı başarıyor? Geceyi gündüze yama yapmayı ya da yıldızları bulutların üstünden kaydırmayı nasıl mı başarıyor? Asıl işlerinin yanı sıra sürekli başka şeylerle uğraşıp on yere aynı anda koşmaya çalışıyordu. Bu yüzden uyanık halde rüyalara dalıp uyurken karanlık bir kuyudan aşağıya ip sarkıtıyordu. Uykusuz bir şafağa doğmuştu, gürültülü bir sonbahara…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder