10 Ekim 2011 Pazartesi

Büyü, Yaşa ve Öl


Büyü, yaşa ve öl. Yeri geldiğinde yerin altında özüne dön. 
 Hayatın kısa ve net tanımı budur. Mahşerin dört atlısı; insanlar, zaman, azrail ve sen. Günleri resmetmeye harcadığın her süre geleceğinden pay edilip masaya konulmaktadır. Ava giderken, avlanan sonra postuyla sarıp sarmalanan insan yine sensindir.Anlamıyorsun, ilk önce anlamıyorsun. Seni nasıl kullandıklarını fark etmiyorsun. İnsanlar damarlarına kamış batırırken sen uyuyor ve rüya görüyorsun. 
 Bazen ama bazen emiciler canını yakıyor, uyanıyorsun yanan bölgeyi yer yer ovalayıp yer yer kaşıyorsun. Tekrar uykuya dalmak için yatağına uzanıyorsun. Halbuki o bir yatak değil, deney laboratuvarında bir fanus ve seni burada inceliyorlar. Gücünün farkına varman gereken noktada bir ağmadan farksız oluyorsun. Tanrı’nın sana sağladığı olanağı elinin tersiyle itiyorsun. Kafanda ritim tutan birkaç gölge var. Bunları ciddiye almaya başlarsan, hayatın bir sapaktan içeri giriyor ve bir an olsun rahatlamaya başlıyorsun. Kendini gerekli biri gibi hissediyorsun. Gerekli ve yeri hiç bozulmayacak biri gibi hissediyorsun. Görmek için eline bir büyüteç gerekiyor veyahut o noktaya eğilip bakman gerekiyor. Kısacası yerini boş bırakman için binlerce sebep seni sarıp sarmalıyor.
 Büyü, yaşa ve öl.
Her sanatçı sırası geldiğinde sahneyi almak üzere yöneliyor, sahnedeki bir başka beden ise geri dönüş yapmak için bedenini bırakıyor. Büyü, yaşa ve öl.
 Bir şeylere anlam yüklemek için vakit harcamayacaksın. Bir şey için de vakit harcamayacaksın, ileriye doğru hızlanırken geriyi kontrol etmen gerektiğinde arkanın boş olmaması için…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder