10 Eylül 2011 Cumartesi

Kontrolsüz

 #Tüm saflığımla bir insanı oynamak için çaba göstermiştim.


 Her şey bir sonbahar gününde imkansızlık ile başlıyordu. Yağmur, henüz odaya ulaşıp içindeki canlıya kendisini hissettiremeyecek kadar uzaktaydı. Sen de biliyorsun, üstüne bulaşmış olan lekeden kurtulabilmek için suyun azizliğine boyun eğmek gerekirdi. O sonbahar gününde "Doğa'dan Sorumlu Olan" bir çocuğa boyun eğdi ve vücuduna kan yerine yağmur damlalarının girmesini sağladı. Çocuğun öfkesine büyük fırtınalar gizledi, kollarının içine çok güçlü ağaç dallarını sakladı. Aslında her şey daha da karmaşık bir haldeydi, çocuk odanın içindeydi, ama açık bir okyanusta dalgalar boğuşan kaptandan daha farklı hissetmiyordu. "Doğa'dan Sorumlu Olan" ona biraz fazla yüklenmişti, neticede bunu yapması gerekiyordu. Çünkü; çocuk Azrail'in kucağına doğmuştu. Onunla savaşabilmesi için gereken gücü ancak acı çekerek elde edebilirdi.


 Zaman tuhaf geçiyordu, sanki kıyametin içinde bulunuyorsun, ama ona dışarıdan bakıyordun. Milyarlarca yüz, uzaktan hepsi aynı noktalardı, sadece ten renkleri onları birbirinden ayırıyordu. Yağmur sonrasında çıkan Güneş ile ortaklaşa yarattıkları eser olan Gökkuşağı'nı izleyerek kaldırımları arşınlıyordum. Genellikle kafamı kapatmadan üstümü mümkün mertebe açık bırakarak ama hasta olmamaya özen göstererek yağmurun ve rüzgarın tenime değmesine izin verirdim. Tanrı beni onlarla başbaşa bırakmıştı, bir de hırçınlıklarım, kaprislerim ve daha nice berbat özelliğimi de yanımda bırakmıştı. Biliyor musun? İnsan kendinden sorumludur. Sağda solda ben yalnızım nidaları atan ama bulduğu ilk fırsatta birileriyle flört eden insanları da anlayabilmek mümkündür. Yalnızca onlara gıcık olmak ya da onları öldürmek için sebep olarak kendi halinin daha içler acısı olduğunu söyleyebilirsin. Olaylar çok kopuk olarak gerçekleşiyordu, neticede ben zamanın efendisi değildim. Çok önceleri doğmuş olan o çocuk hala daha büyüyordu. Büyürken zaman ne de zor geçiyordu.


 Birileri çıkıyordu, hani hayatta o karşımıza çıkacağına inandığımız türden birileri...


 Sen o birilerini elde etme çabası içinde eriyip gidiyordun, "Doğa'dan Sorumlu Olan" senin bu yaptığın israfa kızıyordu. İsraf, dememin sebebi ise sana verdiklerini hor kullanıp yıpranmalarına sebep olmandan kaynaklanıyordu. Kendini yormuştun, ciğerine aldığın o lekeler, üstünde birikmiş olan yaralar, kalbin deneme tahtasına dönmüş. Ruhun senden nefret ediyor, en çok sevdiği kelimeleri ondan almıştın. O seni incitmemeyi seçti, yaptıklarına rağmen o burada kalıp bekliyordu. Sanırım buna "umut" ve "sabır" kelimeleri anlam veriyordu. Unutmamak gerek, ruh bir zamanlar bu kelimelerle hayata tutunuyordu. Şimdi, bu kelimeleri duymak göz bebeklerinin kanla dolmasına yetiyordu. Belirsizlikler hayatında sürüp giden bir akıntıdan ibaretti, akıntıya dışarıdan bakıyordu ama yine de onun içinde boğulduğunu hissediyordu. Kopukluk, her şeyi yarına erteleyip bugünü boş bıraktığını düşünüyor ve uyuyana kadar uzandığı noktadan tepesindekilere bakıyordu.


 Ne kadar muazzam değil mi?


 "Doğa'dan Sorumlu Olan" onun bu başıboş hareketlerine kızmıyordu, aksine onun için endişeleniyordu. Bedenler birbirinin aynısıydı, fakat ruhlar başka türlüydü. Ruhlar, bedeninizin üstündeki ince tül, zihninizin ortasında bulunan tahtın sahipleriydi.


 Sahi siz bir zamanlar nelere sahiptiniz?


 Dahi anlamında aptal kişilikler toplumdan ayrı tutulurdu. Gruplaşmaların içinde yer alıyorlar, o grupta bir kral bulunuyor, demekti ve o kralın bir soytarıya ihtiyacı vardı. Grubun içinde prim sağlanabilecek bir soytarı olması büyük avantajdı. Gerçekteyse, bir ruh üzerinden prim sağlamak acınası durumdu. Toplum sorumsuz ve bilinçsiz bireylerden oluştuğu için bu son derece zeki bir davranış olarak görünürdü. Zaman geçiyor, daha geniş bir kitle, daha geniş bir akım boy gösteriyordu. Çocuk genellikle akımlara dahil olmamak için çalışıyor, bunlara dışarıdan yorum zarfları bırakıyordu. Çocuk genellikle seviyor, sonra yoruluyordu. Bir köşeye çekilip gücünü toparlamaya çalışıyordu, aslında "Doğa'dan Sorumlu Olan" ona çok fazla güç yüklemişti ve bunu taşımak ağır bir hal alıyordu. Zaman geçtikçe, yarattığı bombalar kendi içinde patlıyordu. Yaraları zihnine taşmıştı, onlar kanamaya devam ettikçe elleri durmadan işliyordu. Onlar kanamaya devam ettikçe kelimeler akıntı yoluyla dudaklarına ulaşıyordu. Bazen boş sokaklarda yürürken, kulaklarını dolduran bir melodi ile karşılaşıyordu. Melodinin ruh haline verdiği şekille gözleri kimi zaman doluyor, kimi zaman gülüyordu. Zaman geçiyordu, ama zamansızlık hücrelerine kanser misali hücum ediyordu. Belirsizlikler, kopukluklar, karanlıklar....


 Bir hayal kurmuştu, oyuncak legolardan hayaller...


 Plastiği eğip, bükmek zordu ya da kırmak, ama neticede biri ateşi buldu ve üstüne gitti. Kurduğu hayaller, yerle bir olmuştu. "Doğa'dan Sorumlu Olan" içindeki güç ile onu terk etmişti. Serseri bir mayını topluma salık halde bırakmıştı. O zaten yalnızdı, gidenlere alınmıyordu ve hatta o da giden tarafta o bulunuyordu. En kolay yol, yaptığını yıkmaktı. Biri onun oyuncak legolardan kurduğu hayalleri yaktı, ama hayalleri biz senin içindeyiz, dercesine yanığın etkisiyle kokularını bıraktı.


 Hayaller, onları kuran ve yıkanlardan daha gerçekti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder